Kayıtlar

Aralık, 2023 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

İnsanoğlu aldığının, yediğinin rehinidir

Hediyeleşmek, Peygamber Efendimizin (sav) bir sünneti ve tavsiyesidir. Resûlullah Efendimiz hem gelen hediyeleri kabul etmiş, hem de bizzat hediyeler takdim etmiştir. Hattâ ihtiyaç ve taleplere binâen kendisine gelen hediyeyi, hemen bir başkasına hediye ettiği de görülmüştür. Hadîs-i şerîfte şöyle buyurulur:  “Hediyeleşiniz ki, birbirinize olan muhabbetiniz ziyadeleşsin!” Resulullah bize hediye almayı değil “Hediyeleşmeyi” tavsiye etmiştir. Tabii ki herkesin hediyesi gücüne göredir ve tek taraflı da değildir. Öyleyse denilebilir ki, insan ilişkilerinde hediyeleşmek güzel bir davranıştır. Ancak kamu görevlisi olunca iş değişir. Görevli, görev icabı kendisine verilen hediye için son derece titiz bir davranış sergilemeli. “Alabileceğiniz hediye verebileceğiniz hediyedir.” diye bir söz vardır. Hediye almada bu husus gözetildiğinde istismarın önüne geçilebilir. Yukarıda ifade edildiği üzere Resulullah hediyeleşmeyi övmüştür. Samimiyet içermeyen hediyelerin önüne geçmek için yapılacak şe...

Eşit değil, adil!

  Rivayet o ki, Hz. Süleyman'a bir gün bir misafir gelir. Söz arasında der ki: “İşittim ki Allah bazı kullarını günahları olduğu halde bağışlayıp, iltifatla karşılarmış,  bunlar nasıl kullardır?” Hz. Süleyman bir an düşünür ve vereceği cevabın hiçbir şüpheye yer bırakmayacak biçimde olmasını tasarlar. Tam bu sırada üç kişi birbirinden dâvâcı olarak huzuruna çıkarlar. İçlerinden en yaşlı olan, der ki: “Sultanım, bunlar üç arkadaştılar birisi dışarda duruyor. Benim arpa tarlamı merkepleriyle beraber baştan başa çiğnediler. Tarlamın ortasında ezilen ekinlerle kocaman bir yol açıldı. Halbuki ilerde bir dağ yolu var ama o yol zorlarına geldiği için tarlamı mahvettiler.” Şikâyet edilenlerden en başta duranı, fütursuz ve küstah bir tavırla: “Ona böylesi lâyık, çünkü tarlasını yol ortasına yapmasaydı” der. İkinci arkadaşı üzgün bir ifade ile konuşur: “Efendimiz bu arkadaşıma uydum; bir hatadır oldu. Tarla sahibinden af dilerim. Bana ne kadar zarar düşerse kendisine ödeyeyim, bir daha ...

İyi ki Hasan öldü!..

    Vefa ile ilgili, gerçekte yaşanmış olduğu ifade edilen bir hikaye anlatılır. Bu hikayenin gerçekten yaşanmış olup olmaması önemli değil, önemli olan alacağımız derstir.  Anlatıldığına göre Yozgat'ın bir köyünde Hasan isminde bir delikanlı, arkadaşının tavsiyesi üzerine, Ortadoğu'da bir ülkede iş yapan bir Japon şirketinde işe başlar.  İşin başında Bay Honaro vardır. Honaro büyük bir mühendis ve titiz bir yöneticidir. Bizim Hasan da dürüstlüğü, iş ahlâkı ve hassasiyetiyle bu mühendisin dikkatini çeker, aralarında bir samimiyet oluşur.  Günün birinde Hasan yıllık izin için memlekete gideceğini söyleyince, Bay Honaro’ya “Hayat bu gidip dönmemek var” deyip helallik ister. Bay Honaro “Olur mu gidip dönmemek” dediyse de bunlar aralarında anlaşarak karşılıklı adres bilgilerini alıp verirler ve şöyle sözleşirler: “Ne olursa olsun her ay bir mektupla haberleşilecektir.”  Hasan memlekete gider ve bir daha dönmez ama Bay Honaro her ay düzenli olarak Hasan'a mektup...

Yaşamın Kıyısındaki Ölüm…

  “ ...bu dönemde, normal düzende kızdığım olguların ne kadar basit olgular olduğunu, ne kadar saçma şeylere hırslandığımı, hayatımı nasıl "bahtımın rüzgarında" erittiğimi, ne kadar küçük şeylere kalbimi bozduğumu, sevgi denen nadir ve ince duygudan ne kadar uzak kaldığımı, ne kadar siyaset dolu yaşadığımı, ne kadar nankör olduğumu ve haddimi ne kadar az bildiğimi öğrendim.” Bu alıntıyı kanserin eşiğinden dönen yazar Cüneyt Ülsever'in "Mutlu olmasını biliyor musunuz?" adlı makalesinden aldım. Yazarın eleştirdiği duygu ve düşünceler her ne kadar Cüneyt Bey’in şahsında ifadesini bulmuş ise de insanlığın genel bir sorunudur. Maalesef ölümcül bir hastalığa yahut ölümün eşiğine gelmeden evvel bunlar aklımıza gelmiyor. Çünkü çoğumuz adeta bir kibir abidesiyiz. “Ben..” diye söze başlamayı pek severiz. Halbuki biraz düşünürsek tarihin kirli sayfalarında “Ben..” diye kibirlenenlerin hâlini görürüz. Görmekle kalmayız, akıbetini de görürüz. Maalesef yazarın pişmanlık d...