Her Gün Ölmektense
Her gün ölmektense
Ölüm korkusu çeken yetişkinler, egzotik bir hastalığa yakalanmış yabancı
kuşlar değil, aileleri ve kültürleri onları ölümün dondurucu soğuğundan
koruyacak uygun giysileri dikmeyi başaramamış kadınlar ve erkeklerdir.
(Schopenhauer)
Yaşamı tehdit eden bir durumla karşılaşan canlıların gösterdiği
tepkiye ölüm korkusu; yaşamı tehdit eden bir durum olmaksızın öleceğini
bilmenin yarattığı endişe ölüm kaygısı olarak tanımlanabilir. Dolayısıyla ölüm
korkusu diye tarif ettiğimiz duygu yoğunlukla ölüm kaygısıdır. Ancak halk
dilinde ikisine de ölüm korkusu denildiği için biz de yazımızda iki duyguya da
ölüm korkusu diyeceğiz.
İnsanoğlu tıpkı diğer canlılar gibi doğar, yaşar ve ölür.
Dolayısıyla ölümden kaçmak mümkün değil. Bu bir olgu. Fakat diğer taraftan
sürekli ölüm kaygısı içerisinde yaşayarak adetâ her gün ölmek de ruh sağlığını
bozar.
İnsanların ölüm korkusunu bir sınıflandırmaya tâbi tutacak
olursak, bu yöndeki kaygıların temelinde ağırlıklı olarak ölüm sonrasında
kendilerine ne olacağını bilmemenin bulunduğunu görürüz. Diğer önemli bir kaygı
sebebi ise insanların ölüme hazırlıklı olmadıklarını düşünmeleridir.
Yüce Allah (cc) Kuran-ı Kerim’de bize şunu bildiriyor:
“Onlardan birine ölüm gelince:
"Rabbim! Beni geri çevir, belki, yapmadan bıraktığımı tamamlar, iyi işler
yaparım" der. Hayır; bu söylediği sadece kendi lafıdır. Tekrar
diriltilecekleri güne kadar arkalarında geriye dönmekten onları alıkoyan bir
engel vardır.”
(Mü’minûn 99-100)
Burada ayet sanki bu uyarıyı yapıyor: “Sakın hiç ölmeyecekmiş gibi
ömür sürmeyin! Ölüm, her an ensenizde! Onun için her an ölecekmiş gibi yaşamınızı
sürdürün!”
Aynı konuda Hz. Muhammed (sav) şöyle buyuruyor:
“Akıllı kişi, nefsini kontrol altında tutan/kendini hesaba çeken
ve ölümden sonrası için çalışandır. Aklını kullanamayan kişi ise nefsinin hevâ
ve hevesine tâbi olan ve buna rağmen Allah'tan, iyilikler temenni eden
(olmayacak şeylerin beklentisi içine giren) kimsedir."
Hz. Ömer de buna benzer bir tavsiyede bulunuyor:
“Hesaba çekilmeden önce kendinizi
hesaba çekiniz.”
Bu konuda yaşadığım kişisel bir tecrübeyi sizlerle paylaşmak
isterim:
Gençlik yıllarımda ağır bir iş kazası geçirdim. Kaza saniyeler
içerisinde gerçekleşti. Sadece saliselerle ölçülebilecek bir zaman diliminde
ise ölümü çok yakınımda hissettim. O anda ve ondan sonraki dakikalar boyunca
süren şok esnasında yaşadığım ölüm korkusu o kadar şiddetliydi ki, hiçbir acı
hissedemedim. Sâliselerle ancak ölçülebilecek o zaman diliminde beynim ölüme
hazırlıklı olmadığımı uyarısı yaptığı için ölüm ve sonrasına ilişkin
korkularımı arttırıyordu. O an, başka hiç kimseyi düşünmediğim bir andı. Hz.
Peygamber’den mahşere ilişkin rivayet edilen şu hissi tüm derinliğiyle için
için yaşadım:
“Mahşerin dehşetinden herkes,
hattâ peygamberler dahi “Nefsî, nefsî - Nefsim, nefsim” dedikleri zaman…”
Yani o anda sadece kendimi düşündüm. Bu durum bilinçdışı idi.
Dolayısıyla fıtri, yâni yapısal idi. Uzun yıllar sonra bilinçlendim ve her an
ölüme hazırlıklı olarak yaşamaya başladım. Böyle olunca da ölüm korkusu çok
büyük ölçüde -hatta yok denecek seviyeye- geriledi. Ve hayatı gerçek anlamda
iliklerime kadar hissederek, yani her günü son gün, her anı son an’mış gibi
yaşamaya başladım. Dünyaya bir misafir gözüyle baktığımda, yani her yeni günü
son gün; her an’ı da son an olarak düşündüğümde, o günü ve “her ânı” en verimli
şekilde geçirebileceğimi de görmüş oldum.
Bu şekilde yaşamak, aynı zamanda hayattan ve kişilerden
beklentilerinizi âdeta sıfıra indirmektir, kısacası mutlu olmaktır. Yine ân’ı
kaliteli yaşamak –bir başka açıdan- insanlara, insanlığa, hayvanata, nebatata
(bitki) ve doğaya vs. katkı sunmayı teşvik ettiğinden, huzuru sağlıyor.
Ölüm üzerine değerli bir eser de kaleme almış olan ünlü psikiyatr
Elisabeth Kübler Ross şöyle demektedir:
“Ölümü reddeden kişiler ölüm kaygısıyla baş etmekte büyük
problemler yaşarlar, ölümü kabullenmek ise kaygıyı azaltır.”
Yaşamı sahip olunacak bir şey, elden kaçırılmasından kaygılanılan
bir mal gibi gören ve bu sebeple ona sıkı sıkıya bağlanan insanın ölümden
korkması da son derece doğaldır. Bu duyulan korku ölümden değil, sahip
olduğumuz şeyleri, meselâ bedenimizi ya da malımızı-mülkümüzü vs. kaybetmekten
dolayıdır.
Rahmetli annem 97 yaşında ve muhtemelen uykuda (yoğun bakımda),
yani farkında olmadan “bir kere” öldü. Ancak yaşamı boyunca belki binlerce kez
ölüm korkusunu kendi içinde yaşadı. Halk arasında anlatılan "tappuz" efsanesi (kabirdeki
suçlulara sürekli topuz ile azap edilmesi) hep dilindeydi. Dolayısıyla her an
ölüme hazırlıklı olmakla birlikte ölüm ve sonrası hakkında doğru bilgi edinmek
te gerek. Ölüme hazırlıklı olmaktan kastım, her an abdestli-oruçlu gezmek değil,
dinimizin emrettiği yükümlülükleri yerine getirip, hakka-hukuka riayet etmek,
kul hakkına girmemek kısaca insanlığa yararlı bir yaşam sürdürmektir.
Bu durumu yüce Allah, Asr suresinde bize şöyle bildiriyor:
“Asr´a yemin olsun ki, gerçekten
insan, ziyan içindedir. Ancak iman edip salih amellerde bulunanlar,
birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka.”
''Salih'' kavramı, yararlı, doğru olan ve kendini düzelten
anlamlarına gelmektedir. ''Salih amel'' kavramı ise iyi, güzel, faydalı
Allah'ın rızasına vesile olacak, haram sınırına girmeksizin kişinin iyi bir
niyet ve ıslah düşüncesi ile yapmış olduğu işlerdir. Yani iyi ve güzel olan her
eylem, salih ameldir diyebiliriz.
Avrupa’da muhteşem hayatını
bırakıp Afrika ormanlarına cüzzamlıları tedavi için giden Alber Sueiser'e
gazeteciler:
Bundan nasıl zevk alıyorsunuz,
üstelik kendi servetinizi de bu yolda harcıyorsunuz? deyince:
Doktor-Hele siz bir defa insanlara
faydalı olmaktan zevk duymaya başlayınız, başka hiç bir zevkin bunun yerini
alamayacağına inanırsınız. Zira bu Tanrı ile birleşmek derecesindedir, demiştir…
Yusuf Has Hâcib, “Kutadgu Bilig” adlı eserinde şunu söyler:
“Ölümü bilen insan gelip geçici olan bu dünyanın mutluluğuna gönül
bağlamaz. Yola çıkan insan yol üstünde ev yapmaz. Göç eden insan da eşyasını
evde bırakmaz. Sen bir konuksun, bu dünya da bir konuk evi; konuk evinde çok
şey aranmaz.”
Öyle ise temel mesele ölüm değil, hayattır. Bütün mesele hayatı
doğru anlamak, doğru yaşamak ve hayatı doğru bir şekilde sürdürmektir.
Unutulmamalıdır ki, ölüm yaşamın sonuna konulan bir noktadan ibarettir. Şiir
güzel ise nokta da güzel; şiir kötü ise nokta da kötüdür.
Yorumlar
Yorum Gönder