119
119. Mektup
Aklıma yeni bir fikir geldiği zaman, senden “paylaşalım bunu!" sözünü duymayı beklemiyorum, kendi kendime söylüyorum bunu. Neyi bulduğumu soruyorsun bana. Bal gibi karlı bir iş bu; çıkar cüzdanını! Şimdi sana bir çırpıda nasıl zengin olunacağını öğreteceğim. Bak hele, nasıl can atıyorsun öğrenmek için! Haksız da değilsin hani, kısa yoldan seni büyük zenginliğe götüreceğim! Ama yine de sana borç verecek birini bulmak gerek. Ticaret yapmak için borç almalısın, ama senin bir kefil aracılığıyla borç almanı istemiyorum, adının aracıların eline düşmesini de. Ama senin için hazır bir destekçi var, yani Cato'nun ünlü bir sözünü vereceğim: "Kendinden borç al." Ne kadar az şey de olsa, eksiğimizi kendimizden istersek yeter bize. Çünkü arzu etmemekle sahip olmamak arasında hiçbir fark yoktur. Her iki halde de toplam aynıdır. Hiç işkence çekmezsin. Sana doğanın istediği şeyi vermemeni öğütlemiyorum -doğa inatçıdır, gem vurulamaz ona, hakkını ister. Ama doğanın isteklerini aşan şey de bil ki geçicidir, zorunlu değildir.
Karnım aç: Yemem gerek, bu yemek halkın yediği ekmek de olsa, en iyi undan yapılmış ekmek de olsa doğa umursamaz bu işi; midenin hoşuna gitmeyi düşünmez. O, mideyi doyurmak ister yalnız. Susadım: Bu suyu en yakın gölden de alsan, kendine yabancı bir serinlikte kalsın diye karların altına da gömsen doğa umursamaz. Doğanın istediği bir tek şey vardır: Susuzluğu gidermek. Kadeh, ister altın olsun ister kristal, ister akik taşından; ister Tibur çanağı kullanılsın, isterse de avuç içinden içilsin ne fark eder?
Her şeyin neticesine bak! Bak da, gereksiz şeyleri at bir yana. Açlık bastırdı beni, en yakınımda ne varsa ona uzatmalıyım elimi. Açlık elime geçen her şeyi kabul edilebilir bir seviyeye çeker. Açlık çeken insan hiçbir şeyi geri çevirmez.
“Peki, ya benim hoşuma giden nedir?” diye soruyorsun bana. Şu söz çok parlak görünüyor: "Bilge, doğal zenginlikleri şiddetle arar.” Diyorsun ki, “Bana boş bir tabak sundun sen. Ne demek oluyor bu? Para torbalarını hazırlıyordum artık. Acaba hangi denizlerde ticaret yapacağım, hangi işleri bağlayacağım, ne tür mallar getireceğim diye bakınıyordum. Zenginlik vaat edip de fakirliği öğretmek aldatmak olur insanları!" Demek sen hiçbir şeyi eksik olmayana fakir diyorsun, öyle mi? “Yok, kaderin değil de, kendisinin tok gözlülüğü, sabrı sayesinde hiçbir şeyi eksik olmayan kişiye diyorum.” O halde varlığı tükenmez olduğu için de bir kimseyi zengin saymazsın, öyle mi? Hangisini yeğ tutarsın: Her şeyi çok olanı mı, yeterli olanı mı? Çok şeyi olan, daha çoğunu ister ve bunun için bir bahanesi de vardır: Yeteri kadarına sahip olmamıştır daha. Yeteri kadarına sahip olan kimse, hiç kimseye nasip olmayan bir şeye erişir: İhtirasın sonuna. Sen bunları neden zenginlik saymıyorsun? Yoksa kimse bu yüzden kara listeye alınmadı mı ya da zenginlik uğruna oğlu babasına, karısı kocasına zehir içirmedi diye mi? Veya savaşta güven içinde, barışta huzur içinde olur diye mi? Yoksa varlığı edinmek tehlikeli, yönetmek zahmetlidir de ondan mı? "Ama sadece üşümemek, acıkmamak ve susamamak isteyenin çok az şeyi olur elinde!" Yeteri kadarına sahip olmak hiçbir zaman az bir şey değildir. Yetmeyen kadarına sahip olmak da hiçbir zaman büyük bir şey değildir. Doğaya yeten, bir insana yetmez. Her şeyi olduğu halde, yine de herhangi bir şeyde gözü kalan insan bulunabilir. İnsanın zihni öylesine kördür ki, bir kere para tuttu mu, nereden başladığını toptan unutuverir. Şu adam, şüphesiz, küçücük bir köşenin adı sanı bilinmez efendisiyken, top sınırına erişince, o sınırlardan geri döneceği zaman kederlere boğulur. Para kimseyi zengin yapmaz, aksine hiç kimseye daha büyük bir para ihtirası aşılamadan edemez.
Bu işin nedenini mi soruyorsun? Daha çok şeyi olan, daha çok mal sahibi olabileceğine inanmaya başlar. Varlıklı insanlardan birini getir bana, varlık kütüklerini çıkar ortaya, nesi var nesi yok, mal olarak neleri umuyorsa hepsinin hesabını çıkarsın aynı zamanda. İşte bu adam, bana inanırsan eğer, fakirdir; senin görüşüne göre de gün olup fakir olabilir. Öte yandan, doğanın isteklerine göre kendini ayarlayan kişi de sadece fakirlik kavramının dışında olmakla kalmaz, aynı zamanda fakirlik korkusunun da dışındadır. Ne var ki, malını mülkünü doğanın sınırlarına göre çizmenin ne kadar güç bir iş olduğunu anlaman için söyleyeyim: Şu yukarıda sözünü ettiğim, senin fakir dediğin kişinin bile gereksiz şeyleri vardır. Ama bir evden çok paranın çıktığını, evin tavanlarına kadar yaldızlarla donandığını, hizmetçi takımının bedence seçkin, giyim kuşamca göz alıcı olduğunu gördüğü zaman halkın bu zenginlikle gözleri kamaşır. Bu gibi zenginlerin bütün mutluluğu halkı etkilemeye dönüktür. Hem halkın hem de kaderin pençesinden uzak tuttuğumuz kişi ise kendi içinde mutludur. İşi başından aşmış bir fakirliğe yanlış yere zenginlik adını veren kişilere gelince, nasıl ki ateş bedenimizi kapladığı halde biz “Ateşim var” diyorsak, onların zenginliği de tıpkı öyledir. Her şeyi tersinden söylemeye alışmışız. “Ateş kaplamış bedenini” denmesi gerektiği gibi, “Zenginlik yakalamış onu” dememiz gerekir. Hiç kimseye yeterince salık verilmeyen şu düşünceyi salık vermeyi en çok yeğ tutardım: Her şeyi doğal gereksinmelere göre ölç biç, bunlar ya bedava giderilir ya da pek az masrafla.
“Kupkuru olduğu zaman boğazın, susuzluktan, altın kupalar mı istersin? Acıktığın zaman hor görür müsün tavus kuşundan ve kalkandan başka yemeği?"
Açlık, açgözlü değildir. Giderildiği zaman yatışır, giderilmek için de öyle pek çok şeye düşkün değildir. Hayır getirmeyen bir alayişin işkenceleri şunlardır: Doyduktan sonra yine acıkmak için yeni yollar arar; midesini doyurmak için değil, tıka basa tıkıştırmak için; insanın herhangi bir içecekle yatışan susuzluğunu yeniden uyandırmak için yeni çareler arar. Horatius pek güzel söylemiş: “Susuzluk hangi kadehten ya da güzel elden giderildiğine bakmaz hiç. Hangi bukleli sakinin, hangi pırıl pırıl kadehten sana içki sunduğu senin için önemliyse, susuzluk değildir o duyduğun.”
Doğa bize başka bağışlarla birlikte bir de şunu bağışlamıştır ki en iyisidir: Gerçek ihtiyaç, müşkülpesent değildir. Gereksizler, mızmız seçimini bile kabul eder: "Bu pek yaraşmıyor, şu pek hoş değil, şu da gözlerimi rahatsız ediyor."
Yorumlar
Yorum Gönder