Affetmenin Erdemi, Adaletin Dengesi

 Adalet, hak yerini bulunca tamam olur; ama merhamet kalbi bulunca insan olur.


Ortaokul yıllarımda, bir arkadaşım beni haksız yere suçlamıştı. Utanmış, öfkelenmiş ve günlerce onunla konuşmamıştım. Sevdiğim bir öğretmen yanıma gelip, “Murtaza, hayırdır? Çok üzgün görünüyorsun.” dedi. Olayı anlatarak haksızlığa uğradığımı, bunun psikolojimi bozduğunu söyledim. Öğretmen “Bazen haklı olmak yetmez. Kalbin de rahat olmalı. Kin, yastığa başını koyduğunda bile insanı rahat bırakmaz.” dedi.

Yıllar geçtikçe bu sözün ne kadar derin olduğunu daha iyi anladım. Çünkü affetmek, başkasına değil; en çok kendine yaptığın bir iyilikmiş aslında.

Kur’an’da Şura Suresi’nin 40. ayeti şöyle der:

"Bir kötülüğün karşılığı, ona denk bir kötülüktür. Ama kim affeder ve düzeltmeye yönelirse, onun mükâfatı Allah’a aittir. Şüphesiz ki Allah zalimleri sevmez."

Bu ayet, yalnızca bir inanç ilkesini değil, aynı zamanda derin bir ahlaki dengeyi ortaya koyar. Modern düşünceyle birlikte okunduğunda, hem birey hem toplum için anlamlı bir kılavuz hâline gelir.

Günümüz hukuk sistemleri genellikle “kötülüğe denk karşılık” ilkesine dayanır. Amaç, adaleti sağlamak, suçu caydırmak ve mağdurun zararını telafi etmektir. Ancak çağdaş psikoloji ve sosyoloji, cezalandırmanın tek başına yeterli olmadığını; aksine, öfke ve intikam döngüsünün bireylerde kalıcı yaralar, toplumda ise uzun süreli huzursuzluklar oluşturduğunu ortaya koyar.

Tam da bu noktada, ayetin devamı olan “Ama kim affeder ve düzeltmeye yönelirse” bölümü dikkat çeker. Affetmek, öncelikle affeden kişinin iç huzurunu sağlar. Kin ve öfke insanı içten içe tüketir; stres, kaygı ve duygusal yorgunluk yaratır. Affetmek ise ruhu özgürleştirir, iyileştirir ve hayatı yeniden inşa etmenin önünü açar.

Bu, yalnızca manevi bir erdem değil; aynı zamanda ruh sağlığını korumaya yönelik akılcı bir tercihtir.

Aynı şekilde, modern ceza adaleti anlayışında artık yalnızca cezalandırma değil, ıslah ve onarıcı adalet ön plandadır. Faili topluma kazandırmak, empati geliştirmesini sağlamak, mağdurla yapıcı bir ilişki kurmak gibi yaklaşımlar, suçu önlemenin ve kalıcı barışı sağlamanın daha etkili yolları arasında görülmektedir.

Elbette, adalet duygusu önemlidir. Hiçbir toplum, haksızlığa karşı tepkisiz kalmamalıdır. Ancak bu tepki ölçülü olmalı; intikama değil, çözüm üretmeye yönelmeli. Çünkü aşırı tepkiler yeni haksızlıklar doğurur, öfke zincirini büyütür.

Sonuç

Hayat, zaman zaman bizi affetmenin eşiğine getirir. Bu anlar kolay değildir. Ama o sınırda, içimizdeki öfkeyi değil, insanlığımızı seçersek hem kendimizi iyileştiririz hem de dünyaya iyilikle dokunmuş oluruz

Kur’an’dan gelen bu çağrı, dini inançtan öte, evrensel bir insanlık değerini yüceltir: Adaletle yaşa ama kalbinde merhamete yer bırak.

Affetmek, unutmak değildir. Affetmek; hatırlarken bile öfkeye esir olmamaktır. 

Son söz: Bir gün Gazze’de bombalar altında kalan bir baba, İsrailli askeri affettiğini söyledi. Gazeteciler şaşırdı: "Neden?"

Cevabı tarihe not düştü: "Öfke, çocuklarıma ekmek getirmez. Barış, ancak affetmekle doğar."


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ünvanlar ve Kendine Dönüş

Kalbin Secdesi

Düşmanları Dost Eden Başkan