Sıkıntıların Dili
Mevlânâ şöyle der: 'Sıhhatte iken hasta olman, geniş rızık
sahibiyken rızkının daralması, ya da yakın bir yerden uzak bir yere nakledilmen
gibi olaylar karşısında durup düşün. Belki birinin kalbini kırmışsındır. Belki
Allah'ın razı olmadığı bir şey yapmışsındır. Eğer hatanı bulursan, istiğfar et.
Bulamıyorsan, bunda da bir hayır olduğunu bil.'
Bu öğüt, başımıza gelen sıkıntıları
anlamlandırmak için en önemli adımı gösterir: Önce kendimize yönelmek, sonra
ilahi hikmete teslim olmak.
Hayat, bazen beklenmedik engeller
çıkarır karşımıza: ansızın gelen bir hastalık, daralan rızık, sevdiklerimizden
ayrı düşüş… Böyle anlarda isyan etmek yerine, Mevlânâ’nın öğrettiği gibi “Bu sıkıntının dili ne söylüyor?” diye
sormayı bilmek gerekir. Zira her musibet, görünmeyen bir mesaj taşır; bu olay
bana hangi dersi veriyor, hangi yönümü geliştirmem için bir fırsat sunuyor?
Mevlânâ der ki, başımıza gelenler
kimi zaman bir uyarıdır: belki kırdığımız bir kalbin yankısıdır, belki de fark
etmeden sürüklendiğimiz bir yanlışın bedelidir. Nasıl ki bedenimiz ağrıyla
uyarı verir, tıpkı bir alarm gibi, yanlış bir yolda ilerlediğimizde veya bir
ihmalkarlık yaptığımızda ruhumuz da sıkıntılarla bize seslenir. Önemli olan, bu
sese kulak verip “Acaba nerede hata
yaptım?” diyerek kendimize dönmektir.
İnsan, çoğu zaman kendini hatasız ve
kusursuz görme eğilimindedir. Bir gün arabamı uygun bir yere park etmiştim.
Döndüğümde, arkamda bir başka araç durmuş ve çıkmamı engellemişti. Aracın
sahibini bulduğumda bana şöyle dedi: “Sen de çıkamayacak şekilde park
etmişsin!” Bu olay, kişinin sadece kendi perspektifine odaklanabileceğini ve
başkalarının yaşadığı zorluğu göz ardı ederek kendini kusursuz görme eğiliminin
küçük ama çarpıcı bir örneğiydi. Hatalı ya da kusurlu olabileceğini kabul etmek
bir erdemdir.
Günlük hayatta kendinize şu soruyu
sorun: "Birileri bana kırgın
olabilir mi? Kendi hatalarımı görmezden geliyor olabilir miyim?" Bu
sorulara içtenlikle yanıt verip harekete geçmek, ruhsal huzurun anahtarıdır.
Başınıza gelen olayları bir defterde
not ederek analiz edin. Örneğin, "Hangi
davranışım bu sıkıntıya yol açmış olabilir?" diye düşünmek, çözüm
yollarını görmenizi kolaylaştırır.
Eğer başımıza gelenlerde kendi
hatamızı bulamıyorsak, Mevlânâ’nın ikinci dersi devreye girer. Bu da Allah'ın
kullarını çeşitli zorluklarla sınayacağını bildiren Bakara Suresi'nde şu
ifadeyle açıklanır:
“Ant olsun ki sizi biraz korku ve açlıkla, mallardan,
canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. Sabredenleri müjdele!” (Bakara, 2/155)
Günümüz insanı, sıkıntıları çoğu
zaman anlamsız görmek ve onlardan bir an önce kurtulmaya çalışmaktır. Oysa
Mevlânâ, sabrı ve tefekkürü öğütler: önce kendimize ayna tutmayı, sonra
teslimiyeti… İlahi hikmet, bazen bir tohumun çatlaması gibi acı verir ama
sonunda yeni bir hayat filizlendirir. Bu acı, ilk başta anlaşılmaz olsa da,
uzun vadede daha güçlü ve olgunlaşmış bir benlik ortaya çıkarır.
Sabır ve teslimiyet göstermek için
gündelik yaşamınızda küçük adımlar atın. Örneğin, meditasyon yaparak ya da dua
ederek zihninizi ve kalbinizi sakinleştirin.
Sıkıntılarınızı çözemediğinizde,
onları bir yere yazıp “Bunda bir hayır
vardır” diyerek olumlu bir yön aramaya çalışın. Yazdıkça zihniniz yeni
yollar keşfedecektir.
Son söz: Yaşadığımız her zorluk iki
kapı açar: biri istiğfara, diğeri şükre. Hangi kapıdan geçeceğimiz, bakış
açımıza bağlıdır. Mevlânâ’nın dediği gibi: “Ya
kırılan dalı onaracak bir tövbe bulacağız ya da o dalın ardındaki güneşi
görecek bir feraset (sezgi, anlayış)…”
Yorumlar
Yorum Gönder