Arzunun Terbiyesi
Arzu, insan ruhunun en ince kıvrımlarında dolaşan bir misafirdir; doyurulmadığında huzursuz, doyurulduğunda ise kaybolmaya meyillidir. Bu metin, arzunun doğasını anlamaya ve onu bilinçle yönetmeye dair bir yolculuğa davettir.
Hayatta her şeyin fazlası, kıymetini yitirir. Güzellik ölçüsüzce sunulduğunda sıradanlaşır; mutluluk bile alışkanlığa dönüştüğünde anlamını kaybeder. Peki, bir şeyin değerini korumak için ne kadarına sahip olmak gerekir?
İnsanı canlı tutan, her şeyin ucundan bir parmak alıp geri çekilmektir. Sürekli dolu bir sofrada doyum değil, yorgunluk başlar.
Acaba eksiklik mi canlı tutar, yoksa sınırsızlık mı tüketir?
Tatmadığın şeylerin hayali, tattıklarından daha güçlüdür. Bu yüzden her arzu anında doyurulmamalı, her imkân sonuna kadar tüketilmemelidir. Arzuyu yaşatan, ona ulaşmak değil; ona yaklaşırken hissedilen heyecandır.
Ulaştığında sönüyorsa, gerçekten arzuladığın şey neydi?
Günümüzde çocuklarımızın her isteğini sorgusuzca yerine getiriyoruz. Üzülmesinler, eksiklik hissetmesinler diye elimizden gelenin fazlasını sunuyoruz. Ancak bu yaklaşım, kısa vadeli bir mutluluğun ötesine geçemiyor.
İnsan, arzuladığı bir şeye kavuştuğunda hissettiği tatmin duygusu çoğu zaman birkaç ay içinde solar. Ardından yeni bir hedef belirlenir, daha fazlası istenir. Eğer arzular dizginlenmez ve manevi bir tatmin alanı oluşturulmazsa, bu kısır döngü sonsuza dek sürebilir.
Tatminin süresi kısaysa, arzu neye hizmet eder?
Kimi zaman bu doyumsuzluk, bireyin ruhunu tüketen görünmez bir zincire dönüşebilir. Zincirin halkaları, sahip olduklarımız değil; sahip olduklarımızın anlamını yitirmesidir.
Sahip olmak mı özgürleştirir, yoksa anlam yüklemek mi?
Bu yüzden çocuklarımıza her şeyi vermek yerine, içsel doyumun, sabrın ve şükrün değerini öğretmeliyiz. Gerçek mutluluk, sahip olunan şeylerin çokluğunda değil; onlara yüklenen anlamdadır.
Anlam, nesnede mi saklıdır; yoksa onu gören gözde mi?
İnsanı bozan, çok şeye sahip olması değil; hiçbir şeye yeniden heves duyamamasıdır. Gerçek mutluluk, her defasında yeniden istemek, her seferinde yeniden sevinmektir. Sabırsız bir bekleyiş, doygun bir boşluktan daha değerlidir.
Beklemek mi yorar, yoksa bekleyememek mi?
Arzularını yönetmek isteyen biri, sahip olduklarının kıymetini anlamaya çalışmalı. Şükretmek, sabır göstermek ve manevi tatmini aramak, bu kısır döngüden çıkış yollarıdır. Her şeyin fazlası yerine, anlamını kavramak daha büyük bir mutluluk kaynağıdır.
Sahip olduklarının kıymetini bilmek, yeni arzulara engel mi olur; yoksa onları daha bilinçli mi kılar?
Arzuların terbiyesi, içsel zenginliğe ulaşmakla mümkündür.
Zenginlik, ne zaman içsel bir hâl alır?
Öyleyse, hayatın bize sunduklarının geçiciliğini ve arzularımızın sınırsızlığını idrak ederek yürüyelim bu yolda. Asıl zenginlik, sahip olduklarımızda değil; onlara duyduğumuz minnette ve daha ötesini isteme yeteneğimizi bilgece yönetebilmemizdedir.
Unutmayalım ki, en tatlı bekleyişler bile nihayete erer. Önemli olan, o yolda biriktirdiğimiz anlamdır.
Belki de gerçek terbiye, arzularımızı susturmak değil; onlara anlam katmayı öğrenmektir.
Yorumlar
Yorum Gönder