Hangi Müslümanlık

Bu metin, Müslümanların davranışlarının İslam'ı temsil etmedeki kritik rolünü vurgulayarak, inandığı gibi yaşamanın sorumluluğuna dikkat çekiyor.

Ünlü mutasavvıflardan Bâyezid-i Bîstâmî Hazretlerinin zamanında Hristo adında bir tüccar doğruluğu ile etrafına kendisini pek sevdirir. Arada bir Bâyezid-i Bistâmî’nin sohbetlerine de katılır. Hainliği ve kırıcılığı ile tanınmış komşusu Süleyman Efendi bir gün sözü sırasına getirerek der ki: 

—Senin huyunu herkes gibi Bâyezid-i Bistâmî hazretleri de çok beğeniyor. Neden kendisi ile dostluğun olduğu hâlde Müslüman olmuyorsun? 

Hristo biraz düşündükten sonra, 

—Beni hangi Müslümanlığa dâvet ediyorsun. Eğer, Bâyezid-i Bistâmî’nin Müslümanlığı ise ona çoktan razıyım. Ancak eğer senin gibilerin Müslümanlığı ise benim ihtiyacım yok, cevabını verir. 

Süleyman Efendi bu cevaba pek kırılır ve Hristo’yu bir sırası gelince Bâyezid-i Bistâmi’ye çekiştirir. Bâyezid-i Bistâmî O’nun öfke ile konuştuklarını sakin sakin dinledikten sonra: 

—Bir kimse yaşayışı, davranışı ve hareketleri ile eğer; “Şuna bak Müslüman olmuş da ne olmuş” dedirtiyorsa büyük bir günaha girer. Bu suç kötü örnek olmak kadar dinimize kara çalmaya benzer, der. 

Bu konuda tarihten çok örnek verilebilir. Güzel bir söz vardır: İnandığınız gibi yaşamazsanız yaşadığınız gibi inanırsınız. Bu konuda inanç sahiplerine çok iş düşüyor. İnsanlar davranışımızı inancımız gibi görüyor. 

Resul-i Ekrem (s.a.v.) peygamber olmadan emin vasfını kazanmıştı. Hz. Peygamber, akrabalarından beklediği desteği göremeyince Kureyş kabilesinin diğer mensuplarına yöneldi. Kureyşlileri İslam’a davet etmek amacıyla Safa tepesine çıkarak: 

“Ey Kureyşliler! Size verilecek önemli bir haberim var” diye seslendi. Kureyşliler gelince onlara şöyle dedi: “Ey Kureyşliler! Şu dağın ardında bir düşman var, size baskın yapıp yağmalamak istiyor” dersem inanır mısınız?” Dinleyenlerin hepsi: “Evet, inanırız. Çünkü senin bugüne kadar yalan söylediğine asla şahit olmadık” dediler.”

Dikkat edilirse Peygamberimiz henüz peygamber olmadan bu özellikleri taşıyordu. Kureyşliler bu çağrıya olumlu cevap vermediler ancak onun ‘emin’ olduğunu onayladılar. Muhammed Esed’in Mekke’ye giden yol adlı anı kitabını okumuştum. 

Muhammed Esed Avusturyalı bir hahamın oğlu iken, bırakın Müslüman olmayı İslam Alimi olmuş ve İslam ilminde otorite kabul edilmiştir. Çok uzun süre Suudi Arabistan’da yaşamıştı. Uzun süre Müslümanların arasında yaşadığı hâlde henüz Müslüman olmamıştı. Müslüman olmadan Müslümanlar ile birlikte Afganistan’da bulunmuştu. Afganlı bir kabile reisi ona; 

—Görüyorum ki Müslümanlar ile birlikte yaşamana rağmen henüz Müslüman olmamışsın. Bunun nedeni var mı? 

Muhammed Esed şöyle cevap veriyor: 

—Hâlâ İslam’ı araştırıyorum. Daha tam kanaat etmedim. Çünkü Müslümanların yaşantısı ile Kur’an-ı Kerim birbiriyle örtüşmüyor. Kur’an-ı Kerim mükemmel bir kitap ancak Müslümanların neden hayatlarına tatbik etmediklerini anlamaya çalışıyorum. Bu nedenle hâlâ araştırıyorum… 

Bu olaydan kısa bir süre sonra Müslüman olup İslam dininde otorite oluyor. 

Korkarım ki hesap günü geldiğinde, Müslüman olmayanlar bize şöyle bir şikâyette bulunacaklar: "Ya Rab! Biz atalarımızdan Hristiyan, Yahudi ya da başka bir inançla doğduk. Ne yazık ki dünyada, Müslümanlığı araştırmamıza veya merak etmemize vesile olacak örnek bir İslam devleti göremedik. Bu yüzden tüm Müslümanlardan davacıyız!

Biz Müslümanlara büyük bir sorumluluk düşüyor. Örnek olmadığımız sürece İslam sadece sözde kalır. Sözümüzü eylemlerimizle desteklemezsek, yaptığımız tebliğ bir iyilik değil, adeta bir yük gibi görünür başkalarına. İnancımızı öyle bir yaşayalım ki, diğer insanlar bizi değerli kılan imanımızı merak edip araştırma ihtiyacı hissetsin. Aksi takdirde, bu sorumluluktan kaçışımız mümkün olmayacaktır. Peki, bizim Müslümanlığımız, başkalarına nasıl bir İslam sunuyor?


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ünvanlar ve Kendine Dönüş

Kalbin Secdesi

Düşmanları Dost Eden Başkan