Peki, Ya Doğrularımız?

 Sınıfta yükselen kahkaha, öğretmenin tahtaya yazdığı tek bir yanlış işlemle başladı: “9 × 1 = 7.” Ardından öğretmen çarpım tablosunun tamamını eksiksiz sıraladı. Ne var ki öğrenciler yalnızca ilk satırdaki hataya odaklanmıştı. Kimse 9 × 2’nin doğruluğuna şaşırmadı, 9 × 10’a kadar süren kusursuz doğrulara minnet duyan çıkmadı. Tüm dikkat o tek hataya kilitlenmişti. Çünkü biz insana değil, onun hatasına odaklanmayı öğrendik.

Ne zaman biri düşse geçmişteki tüm çabaları unutulur. Ne zaman bir hata yapılsa bütün doğrular silinir. Oysa insan bir bütündür: doğrularıyla, yanlışlarıyla, inişleri ve çıkışlarıyla. Hepimiz içimizde bir yazboz tahtası taşırız. Bazen kendimizi silip yeniden çizeriz. Ama başkalarına bu şansı pek vermeyiz. Neden?

Belki de yargılamak, anlamaktan daha kolay gelir. Eleştirmek empati kurmaktan daha az zahmetlidir. Bir başkasının hatasını işaret ederken kendi kusursuzluğumuzu mu kanıtlamaya çalışıyoruz? Kendi hatalarımızı ise sessizce, görünmeden derinlere gömeriz.

Öğretmenin dediği gibi: “Kimse dokuz doğru cevabım için beni tebrik etmedi ama bir yanlışım yüzünden herkes beni yargıladı.” Çünkü başarı bazen görünmez olur; hata ise rahatsız edici parlaklıktaki bir neon ışığı gibi parlar.

Ne acıdır ki insan bir ömürlük emeği tek cümlelik bir hatayla silebilir; onca iyilik bir anlık öfkeye kurban gidebilir. Sevgi kusursuzluk şartına bağlanır. Oysa sevgi, kusurlar içinde sabırla kalabilmenin ta kendisidir.

Seneca’nın dediği gibi: “İnsanın düşüncesini anlatabilmesi için uyanması gerekir; hatalarını itiraf etmek de iyileşmenin bir belirtisidir.” Hatalar bir eksiklik değil dönüşme çağrısıdır: kendine dönme, öğrenme, büyüme çağrısı.

Peki ya biz hata yapanı affetmek yerine yargılamayı seçiyorsak? Ya da kendi yanlışlarımızla yüzleşmekten korkuyorsak? Belki asıl hata hatasızlık maskesini takmaktır. Gerçek yük başkalarının hatalarını kendi omuzlarımıza yüklediğimizde başlar. En son ne zaman birinin doğrularını hatırladın, onu bir hatası yüzünden silmeden önce?

Kendine şunu sor: “İnsanları hatalarıyla mı tanımlıyorum yoksa kalplerindeki iyiliği görebilecek kadar derin bakabiliyor muyum?”

 

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ünvanlar ve Kendine Dönüş

Kalbin Secdesi

Düşmanları Dost Eden Başkan