Görünmezliğin Kudreti
Yıllarca masamın üzerinde duran o pirinç isimliğe, altındaki unvana ve elimdeki e-imzanın ağırlığına baktım. Devletin soğuk yüzü ve bürokrasinin yazısız kuralları, bizden çoğu zaman mesafeli durmamızı, hiyerarşiyi korumamızı ve başarıyı "imza sahibi" olarak üstlenmemizi bekledi. Ancak benim hafızamda en çok yer eden liderlik dersi, makam odalarının büyüklüğüyle değil, sessizliğiyle devrim yaratan bir profesörün hikâyesiydi.
Theodore Zeldin’in İnsanlığın Mahrem Tarihi’nde karşımıza çıkan bu figür, Amerika’da çalışmış ve alanında dünya çapında bir şöhrete kavuşmuştu. Ancak ne zaman biri çıkıp onun başarılarını övmeye kalksa, o sadece hafifçe gülümser ve başını iki yana sallardı: “Bunu ekibimiz yaptı.”
Onun dünyasında isimler vardı, ama unvanların hükmü yoktu. Bu profesör, buluşlarını tek başına sahiplenmek yerine onları paylaştıkça çoğaltmayı seçmişti. Bu tavır, basit bir alçakgönüllülük gösterisi değildi; aksine, gücün kaynağını yeniden tanımlayan derin bir dünya görüşüydü.
Peki, o ağır bürokratik toplantılarda en son ne zaman tüm kalbinizle “biz” dediniz? Başarıyı, atılan imzanın sahibine mal etmek yerine, o dosyayı hazırlayan ellere bölüştürmenin hafifliğini hatırlıyor musunuz?
Kurumsal hayatta ve devlet dairelerinde kibir, çoğu zaman o "imza yetkisi"nin arkasına saklanan bir çığlıktır. Özellikle ortalama yetenekler için “Ben de buradayım, bu koltuk benim!” deme ihtiyacı, varoluşsal bir sancıya dönüşür. Bir meslektaşım ile görüşmemde astına söylediği söz aklıma geldi: Buranın horozu benim! Oysa gerçek ustalık ve devlet adamlığı, bağırmaya ihtiyaç duymaz. Profesör, görünmeden de var olmanın, hatta daha güçlü bir şekilde var olmanın sırrını çözmüştü.
Burada bir an durup, kendi kariyer yolculuğumuzu sorgulayalım:
Bir yöneticinin otoritesi, sesinin yüksekliğinden ve unvanının uzunluğundan mı, yoksa ekibinde yarattığı güvenin derinliğinden mi gelir?
İsminizi ve unvanınızı sildiğinizde, geriye kalan eser hala size ait hissettiriyor mu?
Gerçek liderlik, en önde yürümek değil; yanınızdakilere, birlikte yürüdüğünüzü hissettirmektir. Bir idareci ekibine isimleriyle hitap ettiğinde hiyerarşi çözülür mü, yoksa o an görünmez bağlarla daha sağlam bir güven mi inşa edilir? İşbirliği, aslında görünmeyen bağları görünür kılma sanatıdır.
“Yeni bir motivasyon türü mümkün mü?” Belki de aradığımız cevap, görünür olmakta değil, başkalarını görünür kılmakta saklıdır. Belki de nihai başarı, başkalarının parladığı o anlarda, içinizde duyduğunuz o derin ve sessiz huzurdur.
Kibir geçicidir; tıpkı bir tayin kararnamesiyle değişen makamlar gibi. Ancak birlikte kurulan bağlar, devletin tozlu arşivlerinde değil, insanların hafızasında saklanır ve orada yaşar. Eski alışkanlıkları bırakmak zor olabilir, fakat başarıyı paylaşmak sizi eksiltmez, aksine çoğaltır.
Bir sonraki toplantınızda ya da koridorda ekibinizle karşılaştığınızda, cümleye “ben” yerine “ekibimiz” diyerek başlayın. Belki de aradığınız o büyük değişim, resmi yazışmaların soğukluğunda değil, bu kelimenin içindeki sıcaklıkta saklıdır.
Unutmayın; bir Defterdar olarak attığım binlerce imzadan öğrendiğim tek şey şudur: En güçlü imza, kağıda değil, kalplere atılandır.
Yorumlar
Yorum Gönder