Kayıtlar

Ocak, 2025 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

İsimden İtibara: Davranışların Aynası

  Arapçada "Herkes kendi ismiyle anılır" anlamına gelen bir atasözü vardır. Bu söz, insanın toplum içindeki duruşunu ve kişisel değerlerini sorgulatan derin bir mesaj taşır. Toplum içinde yaşamak, yaşamın doğal bir gereğidir. Küçük topluluklarda insanlar birbirini tanır ve davranışlarına daha fazla özen gösterir. Çünkü yanlış bir davranış sergilediklerinde, toplum tarafından kınanmak olasıdır. Ancak kınama genelde yüz yüze yapılmaz; oysa ölçülü bir uyarı, kişiye kendini düzeltme fırsatı sunar. Toplum genişledikçe ya da birey, tanınmadığı bir çevrede bulunduğunda, gerçek karakterini gizleyebilir. Ancak erdem sahibi kişiler, her durumda öz değerlerini korur. Tıpkı altın gibi; altın, çamurda da atlas kumaşta da değerini kaybetmez. Bu durumu anlatan güzel bir atasözümüz vardır: "Asil azmaz, bal kokmaz." Bazen insanlar, farkında olmadan yanlış davranışlar sergileyebilir. Örneğin, yerlere çöp atmak, kötü bir alışkanlık hâline gelebilir. Ancak daha medeni bir çevrede b...

Sevginiz sizi insan yapıyor!

  Bir Polonya filmindeki sahne, Nazi döneminin karanlık atmosferinde bile sevginin insan ruhu üzerindeki güçlü etkisini gözler önüne seriyor. Despot bir Nazi komutanı, güzel bir evi karargâh olarak kullanırken, evin sahibi olan kadın ise komutanın gözünden uzak durmaya çalışır. Komutan kadına âşık olur ve 'Madam, aşkınız beni zayıf düşürüyor,' itirafında bulunur. "Kadın, komutanın itirafına karşılık hiçbir şey söylemedi. Gözleri, uzun yıllar süren savaşın izlerini taşıyan derin çizgilerle doluydu. Sanki bu itiraf, onun için beklenen bir şeymiş gibi, yüzünde hiçbir ifade değişikliği görülmüyordu. Sessizliği, komutanı daha da meraklandırdı. Bir süre sonra, sakin ve monoton bir sesle: “Hayır, komutan, sevginiz sizi insan yapıyor!' dedi. Bu sözler, odada yankılanırken, komutanın içinde bir şeyler sarsıldı. Yıllarca insanlıktan uzaklaştığını düşündüğü kalbinde, beklenmedik bir sıcaklık hissetti. Savaşın gölgesinde geçen uzun yıllar boyunca ilk kez, bir insanın gözleri...

Karşılıksız emek!

Sizin en hayırlınız, hanımlarına karşı en iyi davranandır.(Hadis) Bugün, hayatın en önemli ama en çok göz ardı edilen konularından birine değineceğiz: Ücretsiz her işe koşturan ev hanımları . Hayatımızın birçok alanında etkin olan ama çoğu zaman görünmez kalan bu kadınların emeği, toplumun yapı taşlarını oluşturan bir girdidir. Ev içi işler, çoğunlukla kadınların üstlendiği bir yükümlülük haline gelmiştir. Ancak bu yükümlülüklerin karşılıksız olduğu gerçeği, birçok insanın gözünden kaçar. Ne yazık ki, toplumda oluşturulan geleneksel roller, erkeği 'ekonomik sağlayıcı', kadını ise 'hizmet eden' olarak konumlandırmaktadır. Bu yapı, kadının emeğini görünmez kılmakta ve onu sosyal, ekonomik ve kültürel olarak geriye itmektedir. Kadınlar, ailelerinin ihtiyaçlarını karşılarken, kendilerini adeta toplumun beklentilerine hapsetmiş durumdalar. 'Eş, anne, gelin' gibi rollerle tanımlanan kadınlar, bunun sonucunda kendi kimliklerini kaybetmektedir. Küçük yaşlardan ...

Bir Hikâyeden Derin Mesajlar: Ebeveynlik ve Anlayış

  Ebeveynlik, nesiller boyunca süregelen en önemli sorumluluklardan biri olmuştur. Tarih boyunca anlatılan hikâyeler, bu sorumluluğun farkına varmamıza katkı sağlayacaktır. Özellikle, çocuk yetiştirme konusunda birçok olay, ders niteliğinde bilgiler sunmak için nesilden nesile aktarılmıştır. Osmanlı dönemine ait aşağıdaki hikâye de bir babanın tutumu ve çocuk terbiyesinin ne kadar değerli olduğunu anlatan güzel bir örnek sunuyor. İstanbul’un karmaşık ortamında düzeni sağlamak için gelen Alemdar Mustafa Paşa’nın yanındaki Serez ayanı İsmail Bey’in iki oğlu, dönemin modası olan Cezayir kesimi elbiselere ilgi duyuyordu. Bunun üzerine şehrin ünlü terzisine birer takım elbise siparişi verdiler. Babaları İsmail Bey, oğullarının bu hevesinden hoşnut olmasa da onları kırmak istemedi. Ancak bir plan yaptı ve terziye gizlice haber göndererek elbiselerin teslimatını geciktirmesini istedi. Aynı zamanda, hızlıca 40-50 adet Cezayir kesimi elbise diktirip bunları at uşaklarına, seyislere ve dal...

Üç büyük bayram!

I. Mahmut Devri nişancılarından Hâlet Efendi, Bağdat'ta iken Rufai şeyhlerinden birini bayramda ziyaret eder. Selamlaşmanın ardından Şeyh ona der ki: "Yaşadığın müddetçe üç büyük bayram vardır. Bunlardan ilk ikisi vezirdir, üçüncüsü her yerde hazırdır. İnsan olmak için ilk bayram doğumdur. Dünyaya Hakk’a muhatap olan sıfatlarla donatılmış olarak doğmak gerçek bir bayramdır. İkinci bayram ise, insanlara hayırlı olduğuna inandığı zaman, ruhunda sevinç duyanların kutladığı bayramdır. Bu öyle bir seviyedir ki, başkalarının bayramını benliğine katmayı bilen insan, bu sevinçle yoruldukça mutlu olur." Doğum günü, pek çoğumuz için özel bir gün anlamına gelir. Sevdiklerimizle toplanır, pastalar kesilir ve "İyi ki doğdun!" dilekleri havada uçuşur ancak, bir doğum gününü kutlarken sadece doğmuş olmak yeterli mi? Kendi varlığımızın yanında, bu dünyaya ne kattığımız ve kimin hayatına dokunduğumuz da önemlidir. Hâlet Efendi’nin aktardığı gibi, yaşamımız boyunca üç büy...

Kibir Arttıkça Akıl Azalır

Hz. Ali’nin (r.a) torunu Muhammed (r.a) bir keresinde şöyle söylemiş: "Bir insanın içinde kibir arttıkça aklı azalır." Bu söz, kibirli olmanın insanın düşünme yeteneğini nasıl körelttiğini çok güzel anlatıyor. Özellikle toplumda ya da yönetimde önemli mevkilerde bulunan kişiler kibirlendikçe, sağlıklı düşünme yetilerini kaybetmeye başlıyor. Kendini beğenmişlik, insanı hem iyilik yapmaktan uzaklaştırıyor hem de zamanla aklını köreltiyor. Birçok insan, mevki veya başarı kazandıkça kendini diğerlerinden üstün görmeye başlayabilir. Ancak bu durum, insanın gerçekleri görmesini zorlaştırır ve sağlıklı düşünmesini engeller. Kibir, kişinin öz farkındalığını kaybetmesine yol açar ve bu da hatalı kararlar almasına neden olur. İşte Hz. Ali’nin torununun bu sözleri, toplumda güç ve hiyerarşi ilişkilerinin nasıl işlediğini anlamamız için önemli bir ders içeriyor. Kibir, çoğu zaman insanların dikkat çekmek için liderlik rolüne soyunmalarına ve bu yüzden daha çok hata yapmalarına ned...

İbretlik Bir Hikâyeyle Kıtlık ve İnsanlık

       Bir yıl Şam’da öyle bir kıtlık oldu ki, âşıklar bile aşkı unuttu. Gök öylesine cimrileşti ki, ekinler ve hurma ağaçları bile dudaklarını ıslatamadı. Eski pınarlar birer birer kurudu, ortada yalnızca öksüzlerin gözyaşından başka su kalmadı. Gökyüzüne bir duman yükselecek olsa, bunun bir dul kadının âhı olduğunu bilirdiniz; çünkü gökyüzü dumanı bile esirgemişti. Ağaçlar yapraklarını dökmüş, çıplak ve zavallı birer fakire dönmüştü. Babayiğitlerin bile kollarından güç çekilmişti. Dağlarda yeşillik, bahçelerde balçık görünmez olmuştu. Çekirgeler bostanları, insanlar da çekirgeleri yemişti. Bu kıtlık döneminde bir gün yanıma bir dostum geldi. Bir deri bir kemik kalmıştı. Oysa o, zengin, şan ve şeref sahibi, sağlıklı bir insandı. Halini görünce şaşkına döndüm; -Güzel huylu dostum, sana ne oldu? Bu felakete nasıl uğradın? diye sordum. Dostum bana kızdı, sert bir sesle şöyle dedi: -Bilmiyorsan, bu ne gaflet? Biliyorsan, neden soruyorsun? Felaket gözler önünde...

Bugün, Hiçbir Şeyi Yargılamayacağım!

Bugün, Sosyal Yargı Kuramı'nın ışığında, kendi yargılama eğilimlerimi sorgulayacağım ve daha anlayışlı bir bakış açısı geliştirmeye çalışacağım. Sosyal medyanın yaygınlaşmasıyla birlikte, etrafımızdaki her şeyi ve herkesi yargılama eğilimi giderek artıyor. Bu durum, hem kendimizle hem de başkalarıyla olan ilişkilerimizde ciddi sorunlara yol açabiliyor. Peki, yargılamanın altında yatan nedenler neler ve bu durumdan nasıl kurtulabiliriz? Sosyal Yargı Kuramı bize, bir kez bir fikre karar verdiğimizde, farklı görüşlere kapalı hale geldiğimizi söylüyor. Bu durum, hem kendimiz hem de çevremiz için bir hapishaneye dönüşebilir. Bu kurama göre, kuvvetle bağlanılan bir tutumun, farklı görüşleri kabul etme olasılığı, reddetme olasılığından daha düşüktür. Son zamanlarda sosyal medyada gördüğümüz yorumlara bir göz atalım. Hemen hemen her paylaşımın altında, kişilerin fiziksel görünümleri, düşünceleri veya yaşam tarzları hakkında olumsuz yorumlar görüyoruz. Peki, neden bu kadar yargıla...