Kayıtlar

Nisan, 2022 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Seneca Ahlak Mektupları 33. Mektup

  32. Mektup Seni sorup soruşturuyorum hep, o bölgeden gelen herkesten ne yaptığını, kimlerle oturup kalktığını öğrenmeye çalışıyorum. Beni aldatamazsın, senin yanındayım hep. Sanki ne yaptığını işitecekmişim, daha doğrusu görecekmişim gibi bir yaşam sür. Senin için duyduklarımdan hangisi en çok hoşuma gidiyor diye soruyorsun . En çok sorduğum birçok kişinin senin ne yaptığını bilmemesi hoşuma gidiyor. Bize benzemeyenlerle, bizim istediğimizden başka şeyleri dileyenlerle düşüp kalkmamak kurtarıcı bir yoldur. Yöreni dalavereci bir sürü insan alsa da, seni bükemeyeceklerine, kararından döndüremeyeceklerine inancım var. Ne demek istiyorum o halde? Seni değiştirirler diye korkmuyorum, sana engel olurlar diye korkuyorum. Seni geciktirmekle bile çok zarar verirler. Bu kısacık yaşamda kararsızlığımızla yaşamımızı daha da kısaltıyoruz, bir başlangıçtan ötekine alelacele geçiyoruz, yaşamı bölük pörçük, didik didik ediyoruz. Acele et o halde sevgili Lucilius'um! Sanki düşman arkandan sıkışt...

Seneca Ahlak Mektupları 33. Mektup

  33. Mektup Daha önceki mektuplarımda olduğu gibi, bu mektuplarımda da bizim önde gelen filozoflarımızdan derlenmiş sözler yazmamı istiyorsun. Onlar her yandan özdeyiş derleyerek geçirmiyorlardı ömürlerini; onların yapıları tepeden tırnağa erkekçedir. Üstün parçaların belirgin olduğu yerde, bil ki eşitsizlik vardır. Bir tek ağaç, aynı yükseklikte boy vermiş bir ormanın yanında hayranlık uyandırmaz insanda. Bu türden özdeyişler şiirlerde bulunur bol bol, tarih yazarlarında bulunur. Bunların Epikuros'a ait olduğunu sanmanı istemem; herkesin sözleridir, özellikle bizim okulumuzun. Ama Epikuros'ta bu sözler daha belirgindir; aralıklı, beklenmedik yerlerde çıkıverirler ortaya; çünkü yumuşaklığı, sevgiyi savunan bir felsefeyi kabul etmiş kişinin güçlü bir söz söylemesi şaşılası bir iştir. Hiç olmazsa yaygın bir kanıdır bu. Bence Epikuros güçlüdür, süslü püslü giyinse de; cesaret, çalışkanlık, çatışmaya hazır bir mizaç Perslerde olduğu kadar kısa etekli giysiler giyen uluslarda da b...

Seneca Ahlak Mektupları 34. Mektup

  34. Mektup Yaptığın, yazdığın her şeyde kendini ne kadar aştığını gördükçe -kalabalıktan çoktan sıyrıldın çünkü-, dört köşe olup, neşemden, sevincimden zıplıyorum âdeta; üstümdeki ihtiyarlığı atıyorum ve bir sıcaklık yayılıyor yüreğime. Çiftçi, diktiği ağacın meyve vermesinden hoşlanıyorsa, sürüsünde yeni yavrular doğunca mutlu oluyorsa çoban, herkes kendi evladına sanki kendi gençliği gözüyle bakıyorsa; zihinleri eğiten kişiler, taze bir filizken biçim verdikleri zihinleri birden olgunlaşıvermiş gördükleri zaman ne hissederler sence? Seni ben yetiştiriyorum, benim eserimsin sen. Ben senin yeteneğini görünce el koydum sana, yüreklendirdim, kışkırttım, ağır gelişmene katlanamadım, durmadan dürttüm seni. Şimdi de aynı şeyi yapıyorum ve artık sen koşarken seni alkışlıyorum,karşılığında da sen bana neşe veriyorsun. “Ne demek bu?” diyorsun, “şimdiye kadar hep istekliydim ben.” İşin can alıcı noktası bu. “Bir işe başlamak yarısını yapmaktır," diyen atasözünün anlamında değil bu söz. B...

Seneca Ahlak Mektupları 35. Mektup

  35. Mektup Senin çalışmanı ısrarla istemem, kendi yararım için aslında; bir dostum olmasını istiyorum çünkü. Başladığın yolda gelişimini sürdürmezsen dostum olamazsın ki! Şimdi beni seviyorsun ama dostum değilsin. “Nasıl şey bu? Bunlar ayrı ayrı şeyler değil ki!" diyorsun. Yok, ayrıdan çok, birbirine benzemez şeylerdir: Dost olan sever, seven kesinlikle dost olacak diye bir şart yoktur. Bu yüzden dostluk her zaman yararlıdır; sevgi, gün gelir zararlı bile olur. Başka bir şey yapmazsan, şu yoldan geliştir kendini: Sevmeyi öğren. Acele et o halde, kendini benim için geliştirirken, bilgiyi başkası için öğrenme. Bana gelince; ruhlarımızın eşit olacağını, gücüm yaşla geriledikçe, senden bana, zaten çok farklı olmadıkları için güç ekleneceğini düşündükçe daha şimdiden bu gelişmenin meyvelerini derliyorum. Ama bu işin gerçekleşmesini de sevinç içinde istiyorum. Sevdiğimiz kişiler yanımızda değilken bile bize neşe verir; geçici, saman alevi gibi uçup giden bir neşe sadece. Onların görü...

Seneca Ahlak Mektupları 36. Mektup

  36. Mektup Dostunun kulağını bük de, onu “kuytu bucakları, avareliği arıyor, daha kazançlı olabilecekken güzelim mevkiini bırakıp sükûneti her şeye yeğ tutuyor” diye suçlayanları cesaretle, güçlü bir yürekle küçümsesin. Özel işlerinde kendine ne kadar yararlı olduğunu her gün göstersin onlara. Haset duyulan insanlar silinip giderler hep; kimi bir yana itilir, kimisi göçer. Refah, huzuru yok eden bir şeydir. Kendi kendini kışkırtır, insanın beynini türlü yollardan ayaklandırır, türlü ihtiraslara iter, her birini bir hırsa düşürür, kimini egemenliğe, kimini sefahate kışkırtır; birini gururla şişirir, ötekini gevşetir, hepsini çözer, dağıtır atar! "Öyle ama bazıları da refahını ne kadar iyi kullanıyor," dersen, evet, öyle; onlar, insanın şaraba dayanması gibi dayanıyor refahlarına. Bu yüzden şu mahut adamların seni etrafını birçok kişi sardı diye adamın mutlu olduğuna inandırmaları için bir neden yok ortada. Onun yanına, sanki suyunu çekip dibini bulandırdıkları bir sarnıcın y...

Seneca Ahlak Mektupları 37. Mektup

  37. Mektup Bilgeliğe götüren zincirin en büyük halkası olan "örnek insan” düzeyine erişmeye söz verdin, ant içtin buna. Birisi sana askerliğin tatlı, kolay bir iş olduğunu söylerse, seninle alay ediyor demektir; aldanmanı istemem. Çok şerefli işlerde de, çok adi işlerde de aynı sözlerle yemin edilir: yanmak, 136 zincire vurulmak, kılıçtan geçirilmek. Bilek güçlerini arena'ya kiralayan, kanlarını akıtma pahasına ödeyecekleri gıdaları yiyip içenlerin bu acılara istemeseler bile katlanmaları için önlem alınır. Oysa senden bunlara seve seve katlanman, acı çekmen bekleniyor. Onlar silahlarını bırakıp halkın merhametini istemeyi deneyebilirler. Sen ne silahlarını bırakacaksın ne de yaşam dileyeceksin. Senin dimdik, yenik düşmeden ayakta ölmen gerekiyor! Hem birkaç yıl ya da gün kazanman neye yarar? Biz aftan yararlanmamak koşuluyla geldik bu dünyaya.  “Bu işin içinden nasıl çıkacağım?" diyorsun. Zorunluluklardan kaçamazsın, onları yenebilirsin sadece: "Zorbalık, yol...

Seneca Ahlak Mektupları 38. Mektup

  38. Mektup Daha sık mektuplaşmamızı istiyorsun benden, haklısın. Yavaş yavaş ruha sinen düşünceler daha yararlı olur. Hazırlıklı, halkın önünde yapılan geniş kapsamlı tartışmaların patırtısı çoktur ama daha az içtendir. Felsefe, iyi bir öğüttür. Hiç kimse apaçık öğüt vermez. Konuşmacı, kimi zaman duraksadığında bir uyarıcı gerekirse, halk türü diyebileceğim konuşmalardan da yararlanılabilir. Burada amaç, konuşmacının öğrenmek istemesini değil, onun öğretmesini sağlamak olduğundan, bu konuşmalardaki gibi sıradan sözlere dönmek gerek. Bu konuşmalar daha kolayca siner, takılır kalır içimize. Çünkü çok söz değil, etkili sözler gereklidir. Bir tohumu eker gibi saçalım bu sözleri. Tohum minicik de olsa, uygun bir ortam buldu mu açığa çıkarır gücünü; küçücükken, koskoca bir bitki olmaya doğru gelişir. Akıl da böyle yapar, görünüşte çok geniş bir yere yayılmış değildir. İşlendikçe gelişir. Az söz söylense de, ruh bunları özümserse sözler sağlıklı olur, filizlenirler. Temel ilkelerin duru...

Seneca Ahlak Mektupları 39. Mektup

  39. Mektup “Özenle düzenlenmiş, kısaltılmış felsefe notlarını” isteğin üzere derleyip toplayacağım ben de. Ne var ki, sıralı bir düzenleme yöntemi, şimdi halkın "özetleme” dediğinden, eskiden iyi Latince konuşulurken “kısaltma” adı verilen yöntemden daha mı iyidir, bir bak bakalım: Birinci yöntem, bilgi edinmekte olan için daha gereklidir; ikincisi bilen için. Birincisi öğretir çünkü; öteki, belleği uyarır. Ama ben ikisinden de örnekler vereceğim. Benden birini ya da ötekini yeğ tutmamı isteme sakın. Kefil gösteren kimse, tanınmamış bir kişidir. O halde istediğini yapacağım, ama kendi yöntemime göre. Bu arada birçok yazar bulacaksın ama bunların yazıları yeterince düzenli gelecek mi sana, bilemem. Filozofların listesini al eline. Bu iş bile senin gözünü açmaya zorlayacak, ne kadar çok insanın senin için çaba sarf ettiğini göreceksin. Senin de onlardan biri olmak arzusu geçecek içinden: Soylu ruhların en iyi yanı, onları şerefli konulara yönelten güçtür. Yüce ruhlu hiçbir insan ...

Seneca Ahlak Mektupları 40. Mektup

  40. Mektup Bana sık sık yazdığın için teşekkür ederim. Böylece elinde olan tek yoldan kendini gösteriyorsun bana: Mektubunu her alışımda yine seninle oluveriyorum. Yanımızda olmayan dostlarımızın resimleri tatlı geliyorsa bize, belleğimizi yeniliyor, dostumuzun acısını aldatıcı, boş bir avuntuyla hafifletiyorsa, bir de uzaktaki dostumuzun gerçek, canlı izlerini, gerçek belirtilerini getiren mektup bizim için ne kadar daha 140 tatlıdır, bir düşün! Çünkü dostumuzun eli altında ezilmiş mektubun bize verdiği en zevkli görüntü şudur: Onu yeniden buluruz. Yazdığına göre, o yörede kaldığı sürece filozof Serapio'yu dinlemişsin. "Sözleri büyük bir hızla kopuyor, boğazından akmıyor da sanki onları ezip büzüyor ve yine bir boğaza sığabileceğinden çok sözcük çıkıyor ağzından!" diyorsun. Ben bir filozofta bu yöntemi uygun bulmam. Onun konuşma biçimi de yaşamı gibi derli toplu olmalı. Aceleci, telaşlı hiçbir varlıkta da düzen bulunmaz. Bu yüzden Homeros'ta, kışın yağan kar tanel...

Seneca Ahlak Mektupları 41. Mektup

  41. Mektup Yazdığın gibi eğer olgun bir ruh edinmek, bilge olmak için direniyorsan, en iyisini yapıyorsun; seni kurtaracak yolu bulmuşsun demektir. Bu ruh haline ulaşmayı kendi kendine elde etmen olasıyken, (Tanrı'dan) dilemen ne aptalca bir iş! İnsan, ellerini göklere açmamalı; sanki bizi daha iyi duyacakmış gibi putun kulağının dibine yaklaştırsın diye tapınağın bekçisine yakarmamalı. Tanrı senin yanı başındadır, seninledir, içindedir senin . Demek istediğim şu Lucilius: İçimize yerleşmiş kutsal bir ruh var; kötülüklerimizi, iyiliklerimizi gözleyen, koruyan bir ruh. Biz ona nasıl davranırsak, o da bize öyle davranır. Örnek insan, Tanrı olmadan bir hiçtir. Bir insan, Tanrı'nın yardımı olmadan kaderini aşabilir mi? O Tanrı bize en güzel, en yüksek öğütleri verir. Her örnek insanın içinde: "Bilinmez hangi Tanrı, ama bir Tanrı oturur.” Bir koruya rastlasan, alışılandan daha yüksek, göklere yükselen ulu, yaşlı ağaçlarıyla, iç içe geçmiş girift dallarıyla göğü gözlerden si...

Seneca Ahlak Mektupları 42. Mektup

  42. Mektup Demek o adam, senin bir örnek insan olduğuna seni inandırdı, öyle mi? Oysa öyle bir çırpıda ne örnek insan olunur ne de örnek insan olduğu anlaşılır. Bilir misin ben şimdi kime örnek insan diyeceğim? İkinci sıradan birine. Çünkü gerçek iyi insan, Anka kuşu gibi belki de beş yüz yılda bir dünyaya gelir. Büyük şeylerin pek seyrek yaratılmasına şaşmamalı. Kader orta halli, ortanın malı olmak için doğanları sık sık üretir; ama nadir yaratılışıyla da, en iyi olanın değerini belirtir. Ama bu adamın nitelikleri, hak ettiği örnek insandan çok ayrıydı şimdiye dek; eğer örnek insanın ne olduğunu 146 bilseydi, kendisinin daha o insan olmadığını bilir, belki de örnek insan olabileceğinden umudunu keserdi. "Öyle ama kötüler üstüne iyi düşünceleri yok," diyebilirsin; kötüler de böyle düşünürler zaten. Her kötünün uğradığı en büyük ceza, kendisinin ve yakınlarının hoşuna gitmemektir. “Ama bir günden ötekine edindikleri büyük gücü kullananlardan da nefret ediyor," dersen,...

Seneca Ahlaak Mektupları 43. Mektup

  43. Mektup Senin kendine, benim bulunduğum yere yani Roma'ya bakarak değer biçmen doğru olmaz. Yaşadığın yeri göz önüne al. Komşular arasında sivrilen kimse, sivrildiği yerde büyüktür. Büyüklüğün belli, kesin bir ölçüsü yok ki! Bir karşılaştırma, büyüğü daha büyük yapar ya da büsbütün küçültür. Bir ırmakta büyük olan gemi, denizde küçücük kalır; bir gemiye büyük gelen dümen, ötekine küçük gelir. Şimdi sen bir eyalettesin, kendini hor görsen de büyüksün. Ne yapıyorsun, nasıl yemek yiyorsun, nasıl uyuyorsun; herkes araştırır, sorar, öğrenir bunu. Bu yüzden daha dikkatli yaşaman gerek. Herkesin gözü önünde yaşayabiliyorsan, evinin duvarları seni çok kez gizlemiyor, aksine koruyorsa sadece, işte ancak o zaman kendini talihli say. Çünkü daha emin yaşamak için değil, herkesin gözlerinden uzak suç işlemek için bu duvarlarla çevrildiğimiz kanısı var içimizde. Sana bir şey söyleyeyim de, bundan ahlakımızın ne olduğunu sen anla: Kapısı ardına kadar açık yaşayan insanı bulman zor olacak. Ka...

Seneca Ahlak Mektupları 44. Mektup

  44. Mektup Yine kendini küçültüyorsun gözümde: Önce doğa, sonra kaderin sana karşı kötü davranmış; oysa sen kendini halkın seviyesinden kurtarabilir, insanların erişebileceği en büyük mutluluğa eriştirebilirmişsin. Felsefenin bir başka iyiliği de, soya sopa bakmamasıdır: Herkes ilk kökenine indirgendiğinde görülür ki, tanrılardan inmeyizdir. Sen bir Romalı atlısın, bu sınıfa seni yeteneklerin ulaştırdı. Ama Hercules hakkı için, bu on dört sıra ( Tiyatroda on dört sıra, Atlı sınıfı için ayrılmıştı.) herkes için açık değildir. Senato herkesi kabul etmez. Ordugâhlar da zahmete ve tehlikeye atmak üzere içine aldığı kişileri titizlikle seçer. Bilgelik ise herkes için açıktır, hepimiz bu bakıma soylu kişileriz. Felsefe ne bir kimseyi iter ne de seçer; herkese pırıldar. Sokrates soylu değildi; Cleanthes su taşırmış, bahçe sulamaya kiralamış ellerini. Platon'u soylu bulmamış felsefe, ama soylu yapmış. Sen neden onlarla eşit olabilmekten umut kesiyorsun? Bu kişilerin hepsi, onlara layı...

Seneca Ahlak Mektupları 45. Mektup

  45. Mektup Burada kitap yok diye yakınıyorsun ya, aslında insanın ne kadar kitabı olduğu değil, ne kadar iyi kitabı olduğu önemli. Belli kitapları okumak yararlıdır, çeşitli kitap okumak ise 151 eğlencelidir. Amacına varmak isteyen kişi tek bir yolda yürümeli; çeşitli yollarda dolaşmak olmaz. Bu ilerlemek değil, yolunu şaşırmak olur. "Ama bana akıl vereceğine, kitap vermeni yeğ tutardım," diyorsan, ben de ne kadar kitabım varsa hepsini sana göndermeye, olanca ambarımı boşaltmaya hazırım. Elimden gelseydi kendimi de oraya nakledi verirdim. Eğer senin görevinden erkenden ayrılacağını ummasaydım, şu yaşlı başımla sefere koyulurdum; ne Charybdis ne Scylla ne de efsaneli Boğaz yıldırırdı gözümü. Bu suları değil aşmak, yüzerek bile geçerdim; yeter ki seni kucaklayabileyim, ruhunun ne kadar geliştiğini, yüceldiğini gözlerimle görebileyim.  Ayrıca kitaplarımı sana göndermemi istedin diye kendimi usta bir yazar da saymam; tıpkı bir resmimi isteseydin kendimi hiç de yakışıklı saymay...

Seneca Ahlak Mektupları 46. Mektup

46. Mektup Bana yolladığın kitabını aldım. Uygun bir zamanda içime sindire sindire okumak üzere, şöyle bir tadına bakayım diye açtım ruloyu. Ama kitabın öylesine hoşuma gitti ki, elimden bırakamadım bir türlü. Kitabın ne kadar güzel bir dille yazıldığını şundan kestirebilirsin: Kitap, ne benim ne de senin ölçülerine göre, ilk bakışta Livius ve Epikuros'un eseri sanılabilecek kadar kalın olduğu halde bana kısa gibi geldi. Öyle bir tatlılıkla sardı ki beni, sürüklendim gittim; hiç ara vermeden, baştan sona okuyup bitirdim. Güneş beni içeri çağırsa da, açlıktan karnım zil çalsa da, bulutlar tehdit saçsa da, bütün kitabı bir solukta sonuna kadar okudum. Kitaptan hoşlanmak ne söz, bayıldım ona. Ne ince bir kavrayışı var, nasıl bir ruh gücü! Anlatının durgunlaşıp yer yer de şaha kalktığı zamanlar için, "Ah, ne atılım bu böyle!" diyebilirdim ama şimdi "bir atılım değil bu, bir sürekli akış, erkekçe ve kutsal bir dizgi!" diyorum. Hele ara sıra beliren o tatlı, yerli yer...

Seneca Ahlak Mektupları 47.Mektup

  47. Mektup Senin yanından gelenlerden, kölelerinle bir aile gibi yaşadığını öğrenmek sevindirdi beni. Senin gibi ileri görüşlü, bilgin bir insana yakışan da budur zaten. “Köle onlar!" diyebilir insanlar. Hayır, insan onlar! "Köle onlar!" Hayır, aynı çatı altında yaşadığın insanlar. “Köle onlar!” Hayır, kendi halinde dostların! "Köle onlar!" Hayır, bizim köledaşımız onlar; tabii kaderin onlar gibi bizim üstümüzde de eşit hakları olduğunu anlarsan. Bu yüzden kölesiyle birlikte yemek yemeyi ayıp sayan insanlara güler geçerim ben. Yemek yiyen efendinin etrafına bir sürü köleyi dikme âdeti, o aşırı kendini beğenmişliğimizden başka nedir? Efendi, midesinin almayacağı kadar çok yer, pisboğazlığı yüzünden gerilen, görevini yapamaz hale gelen midesine yüklenir de yüklenir, sonunda üst üste tıkındığı yemekleri kusup çıkarmak için daha büyük bir çaba harcar. Ama mutsuz kölelerin konuşmak için bile dudaklarını kıpırdatmalarına izin yoktur. Her fısıltı sopayla susturulur...